KIZIM

Küçük ama hamamlar gibi mermer kaplı bir banyo; seni yıkıyorum. Saçların, ellerimin arasında… Yüzünü tam görmüyorum. Sonra bir havlu getiriyorum; ipekten sanırım, yumuşacık… Seni nelere saracağımı şaşırmış durumdayım. Sonra kucaklayıp, sol omuzuma yaslamış şekilde, üşümeyesin diye, odaya götürüyorum.

Odanın ahşap eski bir kapısı var;  oymalı, desenli, koyu kahve rengi;antikaya benziyor. Kapı;aydınlık, beyaz giydirilmiş bir odaya açılıyor. O an yüzüme öyle güzel bir akşam üstü güneşi vuruyor ki, içim huzur doluyor. Odanın pencereleri üç tane; ikisi  demir karyolalı, beyaz örtülü yatağın tam karşısındayken bir diğeri de solunda;minik ahşap pencereler. Kar beyaz kumaş perdelerinin alt kısmını, el işlemesi beyaz dantellerin süslediği;dantellerinin çiçek desenli olduğu; arada da en sevdiğim renklerden – mordan- çiçeğin katlarının geçilmiş olduğu bu perdeler, odanın en göz alıcı ışıltısı konumunda; camın yarısına kadar inmiş;göz kırpıyor. Alt tarafındaki saksılarda rengarek çiçekler;menekşe olabilir, tam ayrımına varamıyorum.

O kadar güzeller ki! Bu oda benimmiş, ben de o an öğreniyorum;sevinç içerisinde…

Seni yere indiriyorum . Koşar adımlarla hemen koridora çıkıyorum; üst baş bulup getirmeliyim. O arada kendimi görüyorum. Yazmam arkadam bağlı, biraz kaymış; kollarım dirseklere kadar sıvanmış;paçalar da iki üç kat katlanmış… Kızıma banyo yaptırdım tabii, döpiyesli olacak halim yok…

Koridorda kayınvalidemle karşılaşıyorum;benim tatlı telaşımı görmüş:” Hayırdır” diyor, o da şaşkın, meraklı gözlerle cevabımı bekliyor. Yüzüm gülüyor; gözlerim ağlamaklı:”Kızım geldi anne” diyorum içimdekilerini birileriyle paylaşma rahatlığıyla… “Nerede” diyor, heyecanıma ortak olmuş, gözleri ışıldıyor. “İçeride” diye biliyorum, her ne kadar çok şey anlatma isteğim olsa da varlığının heyecanından çok konuşamıyorum. Önce ben girip seni hazırlıyorum, sonra o geliyor. O gelince sen, ona taraf bakıyorsun. Sonra bana dönüyorsun, “kim o” dercesine. O zaman görüyorum yüzünü; 12 yaşlarındasın; kıvırcık mı kıvırcık, kabarmış kara saçların var; ne uzun ne kısa; omuzlarda. Hafif esmersin… Kara gözlerin; zeytin tanesi. İnceciksin; dal gibi… Biraz fazla zayıf geliyorsun gözüme. Uzun boylusun; neredeyse bana yetişmişsin.

Ben de  halimden hoşnut, hafif yorgunluğumla yatakta oturmuş, sana bakıyorum: “Babanen” diyorum… Sağ yandan mı, sol yandan mı derken bir karışıyor ortalık; ama kucaklaşıp sarılıyorsunuz nihayetinde.
Gözlerine bakıyorum; yine zeytin karası…. Kirpiklerin arasında inci tanesi gibi duran mutluluk yaşlarına rastlıyorum; sevinçlisin, gözlerin gülüyor. Aynı incileri sen de bende görüyorsun…  Birbirimize duyulan özlemin ve kavuşmanın yaşları, biliyoruz. Duygularımız karşılıklı akıp geçiyor.
Kapının hemen yanındaki uzun duvarın önünde duran bir sandık var; epey büyükçene yine ahşap… Belki de zamanında çeyiz sandığımdı, bilemiyorum… Açılıyor birden; “Ceee” diyor içinden zıplayan çocuk. Oğlum… Canımın içi; çok uzun yıllar beklediğim… Büyümüş, 4-5 yaşlarında; ablasını karşılıyor her zamanki gülen yüzüyle. Sen yine bana bakıyorsun, soru soran gözlerle. “Kardeşin” diyorum, ikinizi de aynı karede görmenin içime verdiği huzurla.
Mutluyuz…
Mutlu…
Gözlerimiz gülüyor…

Gözlerimi açtığımda her yer karanlık, odayı belli belirsiz aydınlatan ufak bir ay ışığı var sadece camdan sızan; gece 3 suları. Bir kaç dakika baştan sona düşünüyorum her anını. Yüzümde bir gülümseme… Gözümden yaşlar akıyor bir kaç tane; özlüyorum… Yanı başımda yatan oğluma ilişiyor gözlerim; sarılıyorum, kokluyorum. Sonra  seni düşünürken yine uyuya kalmışım işte.

(5 Mart 2018)

Kimler Neler Demiş?

İlk Yorum Hakkı Senin!

avatar
  Subscribe  
Bildir